15 Mart 2017 Çarşamba

TÜRK İNANÇLARI , KUBEY HATUN

60 cm x 80 cm Teknik : Yağlıboya

KUBEY HATUN

Altay Türklerine göre, ağaç, ulu ananın yaşadığı ve kahramanlara memesinden süt verdiği yerdir. Yakut Türklerine göre Doğum tanrıçası Kübey-hatundu ve ağacın içindeydi. Kökünden hayat suyu akıyordu.

Er Sogotoh destanında mitolojik bir ağaç tasviri şöyledir:
 “Yarı beline kadar çıplak, alt tarafı ağaç kökleri gibi,Orta yaşlı ciddi bakışlı bir kadın kabaran göğüslerinden süt verir.”

Mitlerde çoğunlukla ağaç, ışık temasıyla ilişkilendirilir. Şaman dualarında ağaç, altın yapraklı, yetmiş yapraklı mübarek kayın olarak anılır. Kübey hatun yani doğum tanrıçası da bu kayın ağacının içinde yaşar.

KAYNAK


TÜRK İNANÇLARI, OD ANA

60 cm x 80 cm Teknik : Yağlıboya

                                     OD  ANA

Ocağı ve içindeki ateşi korur. Kırmızılar giymiş yaşlı bir kadındır. Ateşin yalımıyla dalgalanan kırmızı ipekten bir kaftanı vardır. Genç al bir kısrak üzerinde gezinir. Uzun kırmızı saçları vardır, saçları örülüdür ve ateşin yalımlarını simgeler. Kırık Baştu Kıs Ene, Odus Baştu Ot Ene olarak tanımlanır. Göğüsleri çok büyüktür. Ocak evin tam ortası ve kalbidir. Od Ana, genel olarak evlerdeki ve çadırlardaki ocakları ve ateşini korur. Her ocağa bir İye (koruyucu ruh) gönderir. Yedi oğlu vardır ve yedisi de Ateş Tanrısıdır. Yeryüzündeki ilk ocağı Ülgen’in kızları yakmıştır. Sonra da Od Ana’ya emanet etmiştir. Od Ana her bir ateşe ve ocağa birer tane İye (koruyucu ruh) gönderir. Dokuz ateş ırmağının kavşağında dokuz köşeli bakır bir evde yaşar. Evin, ülkenin koruyuculuğunu da simgeler. Kendi çocuğunu yediği söylenir. Bu durum ateşin alçalıp azalan yalımlı tabiatını çağrıştırır. Gök yerden ayrılırken yaratılmıştır. Moğollarda evliliği simgeler. Karaçaylarda Teb Ana biçimi kullanılmaktadır ve Tabıtı adlı İskit Ocak Tanrısı ile bağlantılıdır. Tatar mitolojisinde Od AtaOd İyesi ve Od Ana bazen tek bir varlığa verilen çeşitli isimler olarak gözlenir. Fakat aralarındaki en önemli fark, Od İyesinin sadece belli bir ocağa veya ateşe bağlı olmasıdır. Od Ana ve Od Ata ise tüm ocakların ve ateşlerin sahibidir ve istediğinin yanına gidebilir. Od iyelerini bu ateşleri korumak üzere Od Ana ve Od Ata gönderir.


ATEŞ TANRIÇASI ( OD ANA – ATEŞ ANNESİ)
Ocak tanrıçası dişi bir varlık olarak düşünülmüştür. Yakut Türkleri ocak yaparken sekiz kenarlı ana-hatundan izin alırlar. Altay Şamanları dualarında atamızın yaktığı üç ateş, anamızın gömdüğü üç taş ocak diye dua ederler. Ateş tanrısı ve ocak tanrıçasına dua ederken “üç” sözü sürekli tekrar edilir. Üç sayısı eril bir sayıdır. Ama, ucu yukarıya bakan üçgen, ateş unsurunu ve erilliği ifade ederken, aşağı dönük üçgen, dişil unsuru ve ocağı sembolize eder.
Yakut Türkleri ateş tanrıçasını ak saçlı bir kadın olarak görürler. Buryatlar ise, kırmızılar giymiş yaşlı bir kadın olarak veya ateşin yalımıyla dalgalanan yeşil veya kırmızı ipekten kaftan giymiş bir kadın olarak da düşünmüşlerdir. Bir başka şaman duasında da şöyle tasvir edilir. “sen karanlık gecelerde, genç kızlar gibi saçlarını dalgalandırarak oynuyorsun! Kırmızı ipekli kumaşlar sallayarak, genç al kısrak üzerinde geziniyorsun”.


*************************
Od İyesi (Tatarca: Ут Иясе veya Ut İyäse, Çuvaşça: Вут Ийĕ, Yakutça: Уот Иччи) - Türk, Altay ve Tatar mitolojilerinde ateşin koruyucu ruhudur. Vot (Vut, Uğot, Uvot) İyesi / Eğesi / Ezi / Issı / İççisi veya Yalgın (Yalkın) İyesi ve Alev (Alav) İyesi olarak da bilinir. Moğollar Gal Ezen Yakutlar Ot İççiteadıyla bilmektedirler[1]. Yeni evliler yağ, içki içenler ise içtikleri içeceğin bir kısmını ateşe atarak bu tanrıyı onurlandırırken şamanlar gelecekten haber almak için Od iyesi için koyun veya kısrak kurban etmekteydi[1].

Her ateş için farklı bir İye vardır. Türk kültüründe ateş çok önemli bir yere sahiptir. Ateşe saygı gösterilmesi gerekir. Onun yatağı yağlı kurum ve kara istir; soluğu dumandır, aşı kuru odundur. Köz yastığı, kül yorganıdır. Ateşle bağlantılı olarak Duman ve Kor, Köz, Kül, Alav, Kıvılcım için dahi ayrı İyeleri olduğuna inanılır. Ateşe koyulan Sac üç ayaklıdır bunlar: geçmişi bugünü ve geleceği simgelerler. Ateşi insanlara Tanrı vermiştir. İlk ocağı Ülgen Han kurup insanlara bırakmıştır. Bazı söylencelerde Güneş, Ay ve Od kardeştirler. Ve hepsi de Yıldırımın oğludurlar. Ateş yıldırımdan yaratılmıştır. Ateş mecazen farklı içerikleri barındırır, örneğin Aşk Ateşi kavramı, aşk ile insanın vücudunda meydana gelen enerjiyi ve yeniden doğuşu ifade eder. Eski Türk inançlarına göre “Ülgen tarafından gökten indirilen biri kara, biri ak iki taş arasına kuru otlar konması ve taşları birbirine vurması sonucu otların yanmasıyla elde edilmiştir”. Bu ruhun dünyanın yaratılmasından beri var olduğuna inanılır. O, kiri, kini, pisliği, kötülüğü sevmez. Yer üstündeki bütün ruhlara dua edebilmek için ilkin ateşin ruhuna adak vermek gerekir. İnanca göre ateş insanoğluna her şeyi söyleyebilir, onları uyarabilir, onlara öğretebilir. İyilik isteyen insanları koruması, onlara yardımcı olması, mümkündür. Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’te hiç sönmeden yanan bir ateşin bulunduğu “Sönmez Od Anıtı” yer alır. Sönmez Ateş kavramının Pers Ateşperestliğiyle bağlantılı olduğu öne sürülür. Gerçi bu tür anıtlar dünyanın pek çok yerinde bulunmakla beraber Türklerde ateş özel bir öneme sahiptir. Ancak İran ateşe tapma anlayışı (Mecusilik) ile ilişkilendirme mantığı çoğu zaman yanlış bir yaklaşımdır. Mecusiler, ateşi İyilik Tanrısı Hürmüz’ün bir sembolü kabul ettiklerinden, her tapınakta Ateşgede denilen ve devamlı ateş yanan bir yer yapmışlardır. Bu ateş hiç sönmemek üzere yanardı. Mecusilik aslında hem tektanrıcı hem de düalist bir inanç sistemidir ancak ateş kültü o kadar ön plana çıkmıştır ki bir süre sonra ateşe tapmaşekline dönüşmüştür. Tatar mitolojisinde Od Ata, Od İyesi ve Od Ana bazen tek bir varlığa verilen çeşitli isimler olarak gözlenir. Fakat aralarındaki en önemli fark, Od İyesinin sadece belli bir ocağa veya ateşe bağlı olmasıdır. Od Ana ve Od Ata ise tüm ocakların ve ateşlerin sahibidir ve istediğinin yanına gidebilir. Od iyelerini bu ateşleri korumak üzere Od Ana ve Od Ata gönderir.Ateş üçe ayrılır:
1.    Ayıhı Od: İyi ruhlara aittir. Yıldırım düşmesiyle elde edilen ve tanrının gönderdiği kabul edilen ateştir.
2.    Abahı Od: Kötü ruhlara aittir. Sıcak vermeyen soğuk bir ateştir. Soğuğun yakıcı özelliği ile de bağlantılıdır. Soğuk yaktı tabiri ile bu anlatılır.
3.    Uluğ Od: Tanrısal ateştir.
KAYNAK

TÜRK İNANÇLARI, AK ANA

120 cm x 100 cm Teknik : Yağlıboya
AK ANA
Ak ‘lık tanrıçalara özgü bir renk sembolüdür ve cennette oturan tanrıçalara “aktu” yani “aklılar” denir. Bunlar göğün üçüncü katında oturur . Türk mantık sistemine göre “ak” batının, Ay ve Venüs’ün yerleştirildiği konumdadır. Ay, ana tanrıça arketipinin göksel karşılığıdır. Ak ananın Ülgen’e yaratma emrini verip tekrar sulara gömülmesi, Ay ve Ayın döngüleri ile ilişkilendirilebilir. 

 Göklerin emri ile, bulunca Ülgen durak, 
Artık vakit gelmişti, gökleri yaratacak! 
Ülgen hep düşünmüştü, ta göklere bakarak: 
Bir dünya istiyorum, bir soyla yaratayım! 
Bu dünya nasıl olsun, ne boyla yaratatım! 
Bunun çaresi nedir, ne yolla yaratatacağım 
Bir Ak Ana (Ak Ene) var idi, yaşardı su içinde, 
Ülgene şöyle dedi, göründü su yüzünde: 
Yaratmak istiyorsan, sen de bir şeyler Ülgen, 
Yaratıcı olarak, şu kutsal sözü öğren! 
De ki hep,Yaptım oldu!Başka bir şey söyleme! 
Hele yaratır iken,Yaptım olmadı!Deme! 
Ak Ana bunu dedi, sonra kayboluverdi. 
Ülgenin kulağından bu buyruk hiç çıkmadı, 
İnsana bu öğüdü iletmekten bıkmadı: 
Dinleyin, ey insanlar! Varı yok demeyiniz! 
Varlığa yok deyip de, yok olup gitmeyiniz.

Türk efsanelerinde çok çeşitli yaradılış motifi var 4 Buna rağmen ana motif birbirlerine benziyor. İlk olarak evren büyük bir sudan oluşuyor. Tanrı Ülgen, bazısında insan olan kişi, bazısında şeytan olan Erlik ile bu suların üzerinde uçuyor. Birinde denizden bir taş çıkarak Ülgen’e konacak bir yer oluyor. Başka birinde Erlik, diğerinde kişi, bir diğerinde ise yaban ördeği suyun içinden toprağı çıkararak yeri meydana getiriyor.
Bir başkasında ise Su içindeki tanrıça Akana veya Ak-ene, Ülgen’e yeri ve göğü nasıl yaratacağını söylüyor (s. 332). Ülgen de yere ve göğe “ol” diyor, onlar da oluyorlar (s. 433).
Ülgenin yer ve göğe “olun” demesi ve evreni 6 günde yaratarak yedinci gün dinlenmesi Tevrat ve Kur’an’daki Allahın “ol” diyerek yeri göğü 6 günde yaratması ve yedinci günü dinlenmesi motifi ile paraleldir.
Muazzez İLMİYE ÇIĞ 


Kurtuluş Savaşında Kahraman Türk Kadını

120 cm x 100 cm  Teknik: Yağlıboya
KURTUŞ SAVAŞINDA Kİ KAHRAMAN KADINLARIMIZ
birkaçını herkes bilir.
kara fatma, şerife bacı, onbaşı halide edip…
ama daha niceleri vardı.
türk kadını tarih boyunca olduğu gibi erkeğiyle, kocasıyla, oğluyla, babasıyla yan yana, omuz omuzaydı kurtuluş savaşımızda da…
Milli Mücadele'de doğu, batı ve güney cephelerinde ve cephe gerisinde görev alan kadınlarımızın sayısı hiç de az değildir. Milli Savunma Bakanlığımız tarafından yaptırılan bir araştırmaya göre; Milli Mücadele'ye katılarak düşmanla mücadele eden kadınlarımız arasında 62 şehit kadınımız tespit edilmiştir. Çankırı'lı Yusuf kızı Emine, Amasya'lı Adil kızı Zeynep, Erzincan'lı Osman kızı Emine, Adana'lı Ayşe. Gaziantepli Güldane şehit edilen arşiv belgelerinden tespit edilebilen birkaç şehit kadınımızın ismidir. "" Bu kadınlarımızın bir kısmı top mermisiyle, bir kısmı evinde kurşunlanarak şehit edilmiş, veya yaralı olarak hastahaneye getirilmiş ve orada vefat etmiştir.
Kurtuluş Savaşında Ermenilere ve Fransızlara karşı gösterdikleri mücadele ile ayrı bir öneme sahip olan Gaziantep ve
Kahramanmaraş'ta 164 gazi Türk kadını tespit edilmiştir.

Tarihimizde düşmanla cephede bizzat mücadele eden şahsiyetlerin timsali 93 Harbinde Ruslarla mücadele eden Nene Hatun ile başlayan memleketi düşmanlardan kurtarma azmi.
Milli Mücadele'de had safhaya ulaşmıştır. Kurtuluş Savaşının cephelerinde görev alan ve tespit edebildiğimiz kadınlarımızın bazıları şunlardır:
Kara Fatma (Fatma Seher Erden) 

1888 yılında Erzurum'da doğdu. Subay Derviş Bey ile evlenmiş onunla birlikte Balkan Savaşına katılmıştır. I,
Dünya Savaşında ailesinde 9-10 kadınla birlikte Kafkas Cephesine gitmiş, Mondros Ateşkesinden sonra eşi Ermeniler tarafından şehit edilince etrafına topladığı kadınlarla birlikte Ermenilere karşı çarpışmıştır. Erzurum'da Mustafa Kemal ile yaptığı görüşme sonucunda görev istemiş, kurduğu çetesiyle Bursa ve İzmit'in işgalden kurtulması için çalışmıştır Oğlu, kızı ve kardeşinin de bulunduğu müfrezesinde 35 kişi bulunuyordu. Sakarya ve Başkomutanlık Meydan Muharabesine katıldı. Afyon civarında Yunanlılara esir düşmüş ve yine kendi çabalarıyla kurtulmuş, ardından üsteğmen rütbesine yükseltilmiştir. Üsteğmenlik maaşını Kızılay'a bağışlamıştır. 1954 yılında T.B.M.M. tarafından yeniden maaş bağlanmıştır. Erzurum'da 1955 yılında vefat etmiştir. 

Ayşe Hanım

Yunanlıların İzmir'i işgali ile Milli Mücadele'ye katılmış, Aydın civarındaki mücadeleye ve I.-II. İnönü savaşlarına katılmıştır. Sakarya Savaşı'nda yaralanmış ve tedavisinin ardından müfrezesine geri dönmüştür. Başarılarından dolayı binbaşılığa yükseltilmiştir. Mücadele'nin kazanılmasından sonra Ankara'ya gelmiş ancak burada bavulunu çaldırdığı için evrakları kaybolmuştur. Okuması olmadığından, sonraları Merkez bankası'nda hademe olarak çalışmıştır. 

Tayyar Rahmiye

Osmaniye'nin Kaziyeler köyünden olan Rahmiye Fransızlara karşı 9, Tümenin yaptığı mücadeleye müfrezesiyle katılmıştır, Temmuz 1920'de Fransızlara karşı harekete geçildiği sırada askerlerde bir duraksama olunca "Ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum da, siz erkek olarak yerlerde sürünmekten utanmıyor
musunuz?" demiş, aynı muharebe sırasında ateş hattında kalan iki arkadaşını korumak için İleriye atıldığında şehit düşmüştür.

Hatice (Kılavuz) Hatun

Adana Pozantı'da Fransız
kuvvetlerine Tekir Yaylasından Mersin'e ulaşacak en kısa yolu yanlış göstererek Türk askerinin eline düşmelerini sağlamıştır.

Kara Fatma Şimşek

1921-1922 "Fahri Milis Üsteğmeni" rütbesiyle Kocaeli Grubu mürettep Süvarisi emrinde müstakil Süvari müfrezesinde görev yapmıştır. 

Tarsuslu Kara Fatma

8-10 kişilik çetesiyle birlikte Afyon Savaşlarına katılmış, Tarsus'un kurtarılmasında yararlılık göstermiştir.

Gaziantep Yirik Fatma

Antep'de kuşatmaya karşı koymak için çete teşkilatına katılmıştır. 

Nazife Kadın

Kendisinden bilgi almak isteyen Yunanlılara karşı direnirken düşman tarafından Kavak önü Köyünde işkence yapılarak öldürülmüş ve ardından fırında yakılmıştır.

Gördesli Makbule

1921'de eşi Ustrumcalı Ali Efe ile birlikte Milli Mücadele çete savaşlarına katılmıştır. 17 Mart 1922'de Akhisar'la Sungurlu hududu üzerinde bulunan Koca Yayla'da elinde silah, düşmanla en ön safta savaşırken başından vurularak şehit edilmiştir.

Asker Saime Hanım

15 Mayıs 1919'da İzmir'in işgali dolayısıyla İstanbul Mitinginde konuşma yapmış, tutuklanmış daha sonra Anadolu'ya geçerek
Milli Mücadele'de görev almıştır. Savaş sonrası İstanbul Lisesi'nde Edebiyat öğretmeni olmuştur.

Halide Edip Adıvar

İşgallerin ardından İstanbul'da yaptığı konuşmalarla halkı işgallere karşı uyandırmaya çalışan, Milli Mücadele'nin en
önemli simalarından biridir. Sultanahmet Mitinginde yaptığı konuşmadan sonra tevkif kararı çıkınca, eşi eli birlikte Anadolu'ya geçmiş ve Milli Mücadele'ye katılmıştır. Mustafa Kemal onu Garp Cephesine tayin etmiştir. "Halide Onbaşı" olarak İstiklal Savaşına fiilen katılmıştır. İstanbul Hükümeti tarafından, Mustafa Kemal ile birlikte hakkında ölüm kararı verilen altı kişiden biridir. 

Milli Mücadele sırasında cephede bizzat görev alan Anadolu kadınlarından bazıları daha sonra T.B.M.M tarafından mükâfatlandırılmıştır. Batı
Cephesindeki 12 kadın ve Fatma Çavuş onlardan sadece birkaçıdır. "Garp Cephesi Kumandanlığı" Eskişehir Har-bindeki başarılarından dolayı 12 kadını İstiklal Madalyası ile taltif ve Erzak Kolu Kumandanlığı vazifesini ifâ eden Fatma Onbaşı'nın rütbesini "Çavuş"luğa terfi ettirmiştir. Cephe gerisinde mücadele eden Anadolu'nun her yerindeki kadınlarımız bu topyekûn savaşın isimsiz kahramanlarıdır. 

Cepheye erzak ve cephane taşınması, askerlerin giyeceğinin
temini, yaralı askerlerin tedavisi gibi geri hizmetlerini kadınlarımız gerçekleştiriyordu. Kastamonu İnebolu'da Milli Kuvvetlere bağlı olarak kurulan askeri teşkilat vasıtasıyla silah, cephane, erzak, giyecek, v.b. şeyler İnebolu İskelesi'nden Çankırı'ya oradan Ankara'ya ve cepheye gönderiliyordu. ''"Kağnı Kollarında 1921kışında Kastamonu şehrinin kapısı sayılan kışla önünde bir kadının cephane yüklü kağnısı üzerine kapanmış halde donmuş olarak askerler tarafından bulunmuştu. 

Kağnı arabasındaki kıymetli yükü korumak için üstüne yorganını örten genç kadının bir elinde ügen-dire kollarını açmış halde yorganın üzerine abanarak kaldığı
görülmüştür. Askeri birlikte bulunan Rıfat Çavuş öküzleri koşarken, Cemil Çavuş da şehidin üzerindeki karları süpürmüş, bu sırada yorganın altından bir çocuk sesi işitilmişti. Yorganın altından otlara sarılı top gülleleri arasında, çulların içinde kundaklı bir kız çocuğunun donmaktan kurtulduğu görülmüştü. 

Bu örnekte olduğu gibi Türk kadını cephane taşınması
sırasında gösterdikleri fedakarlıkları ile; vatan sevgisinin ve Özgürlüğün bir insan için ne kadar önemli olduğunu tüm dünyaya ve bugünkü nesillere ispatlamışlardır.
Savaşa hastabakıcı, çamaşırcı olarak katılanlar, yanında
Çobanlar-Afyon demiryolu hattının onarımı da kadınlarımıza düşmüştür.
Düzenlenen mitingler, kurulan cemiyetler, savaşa asker,
öğretmen, hemşire,hastabakıcı, çamaşırcı olarak katılanlar, cephe gerisinde mücadele edenler göstermektedir ki. Milli Mücadele; adına yakışır şekilde milleti oluşturan genç, yaşlı, kadın, erkek, çocuk herkesin katkılarıyla gerçekleşen gerçek bir destandır. 

Mustafa Kemal Atatürk; "Dünyada hiçbir milletin kadını ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluş ve zafere götürmekte Anadolu
kadını kadar himmet gösterdim" diyemez özleriyle Anadolu kadınının kahramanlığını tüm dünyaya duyurmuştur.
Milli Mücadele'nin burada bahsetmeye çalıştığımız kadın kahramanlar yanında belgelerde adına rastlanmayan pek çok
isimin yaptıkları fedakarlıklar; üzerinde yaşadığımız toprakların bizler için ne kadar kıymetli olduğunu anlamamıza yetecektir. Ümidimiz yeni nesillerin de bu topraklara en az onlar kadar sahip çıkmalarıdır.
KAYNAK

BACIYAN-İ RUM

100 cm x 100 cm Teknik: Yağlıboya
BACIYAN-İ RUM  ( Anadolu Kadınlar Birliği )
En eski Osmanlı Devleti tarih yazarı Âşık Paşazâde Anadolu’da kurulan Ahilik teşkilatı (Ahiyan-ı Rum yanında bir diğer sosyal zümre olan Bacıyan-ı Rum’dan (Anadolu Kadınlar Birliği’nden) bahseder. Âşık Paşazade Tarihin’de dört sosyal zümre arasında Anadolu Kadınlar Birliğine’de yer verilmesi, bu birliğin Ahi birlikleri kadar önemli hizmetler gördüklerini akla getirir.
Alman araştırmacı Franz Taeschener, Anadolu’da Ahilik Teşkilatı ile aynı devirde kurulan bu teşkilatın varlığına inanamaz çünkü o çağlarda Türk kadınının böyle bir teşkilat kuracak kadar bilinçlendiğine akıl erdiremez. Bu sebepten bir yazım hatası olabileceğini düşünerek Hacıyân- Rum veya Bahşiyan-ı Rum’un yanlışlıkla Bacıyan-ı Rum olarak kopya edildiğine hükmeder. Bu tezi biran kabul etsek bile, Anadolu hacıları veya Anadolu sihirbazlarının bir zümre halini almaları gerekirdi ki böyle bir teşkilatın mevcudiyeti tarihi bakımdan söz konusu edilemez.
“Bacı”, Anadolu’da halen abla, kızkardeş manasını ifade eden bir kelime olarak kullanılmakta ve kadınların birbirlerine bacı diye hitap ettikleri bilinmektedir. Anadolu’da genellikle ahi zaviyeleri hali vakti yerinde bir ahi başkanı tarafından tesis edilirdi. Zaviyeler o yörede bağımsız bir ünite idi. Halkı sosyal kültürel ve dini konularda yönlendirici rol üstlenmişlerdi.
Anadolu’da tesis edilen ve sayıları binlerle ifade edilen bu zaviyelerin kurucuları arasında Bacı Ana, Sağrı Hatun, Savma Hatun gibi kadın adlarına rastlanılmaktadır. İbni Batuda da eserinde sık sık Anadolu kadınlarından sözeder. O halde Anadolu’da Ahilik Teşkilatı yanında çok güçlü bir Anadolu Kadınlar birliğinin mevcudiyetinden bahsedebilinir.
Kadınlar Birliğinin Faaliyeti:
Anadolu kadınları birliği Ahilerin kadınlar kolu olarak yetim, kimsesiz genç kızları himayesine almış, onların eğitimlerinde, ev bark sahibi olmalarından, sorumlu olmuşlardır. Bunun dışında kimsesi kalmayan ihtiyar kadınların bakımı, genç kızların evlendirilmesi gibi birtakım sosyal hizmetlerde bulunmuşlar, maddî sıkıntıda olanlara yardım etmişlerdir.
Ahi zaviyesinde gelen konuklara yemek hazırlamada, savaş zamanlarında ordunun ihtiyacı olan elbise ve savaş malzemelerinin bakımında ve onarımında yardımcı olmuşlardır. Anadolu kadınları teşkilatı, üyelerine şu telkinde bulunurlardı. “İşine, aşına, eşine sahip ol.” Bu söz ahi kadın teşkilatının ana ilkesi olmuştur. İşine sahip ol; yani bilge ve becerikli ol ki, evinin düzenini koruyabilesin. Tasarruf et, fazla savurgan olma ki, ocağın devamlı tütsün. Eşine sahip ol ki, evine bağlı kalsın.
Anadolu kadınları sosyal yardımlar yanında ekonomiye önemli katlı sağlayan çeşitli el sanatlarında uğraşı vermişlerdir. Çadırcılık, keçecilik, halı, nakışçılık, örgücülük, kilim dokumacılık, oya dantelcilik ve kumaş imalinde ve bunlardan elbise yapılmasında faaliyet göstermişlerdir.
Anadolu Kadınlar Birliği, dünyada kurulan ilk kadınlar teşkilatı unvanını korumaktadır 

KAYNAK : Prof. Dr. Mikail Bayram Fatma Bacı ve Bacıyan-i Rum  ( Anadolu Bacılar Teşkilatı)

GÜLNAR HATUN

120cm x 100 cm teknik: yağlıboya 
GÜLNAR HATUN EFSANESİ
Gülnar Hatun(Büyük Ece) 731 yılında Horasan’ın Merv Kenti’nin Dörtkuyu Köyü’nde doğdu. Babası Yahşi Bey, anası Duru Han, her ikisi de Batı Göktürk Hakanı Buhtu Han’ın torunlarıdır. Oymakları, Altay Dağları yöresindeki Gülnar, Kâhta, Konur dolaylarından Dörtkuyu’ya gelip yerleşti. Yahşi Bey ve Duru Han kız olan ilk çocuklarına, çok sevdikleri sılaları Gülnar Kenti’nin adını verdiler.

Gülnar Hatun(Büyük Ece) 731 yılında Horasan’ın Merv Kenti’nin Dörtkuyu Köyü’nde doğdu. Babası Yahşi Bey, anası Duru Han, her ikisi de Batı Göktürk Hakanı Buhtu Han’ın torunlarıdır. Oymakları, Altay Dağları yöresindeki Gülnar, Kâhta, Konur dolaylarından Dörtkuyu’ya gelip yerleşti. Yahşi Bey ve Duru Han kız olan ilk çocuklarına, çok sevdikleri sılaları Gülnar Kenti’nin adını verdiler.
   O zamanlar Horasan’ı son Emevi Halifesi ikinci Mervan’ın komutanı Seyyar yönetiyordu. 728 yıllarında Seyyar, Merv dolaylarında Türkçe konuşmayı, türkü söylemeyi, kızların çarşafsız dolaşmasını, bir araya gelmeleri yasakladı. Loncaları kapattı. Yasaklara uymayan ve durumu protesto eden Türker’den onbinlercesini toplayıp Çukurova’ya yerleştirdi. Bunlar(Yüreğirliler) Emeviler’le Bizanslılar arasında tampon olacaklardı.
Emevi’lerin bu baskıcı ve zorba yönetimlerine karşı sürekli tepkiler gösteriliyordu. Ama asıl örgütlü tepki Gülnar Hatun ile okul arkadaşı olan Yırbağı’dan geldi. Gülnar Hatun ve Yırbağı ülkeleri Horasan’dan Araplar’ı çıkarmak için çok çalıştılar. Emeviler’in komutanı Seyyar tarafından Gülnar Hatun’un babası Yahşi Bey ile Yırbağı’nın babası Usman Bey de bir çarpışmada öldürüldüler. Araplar 280 Oymak Beyini kestiler. Ama Yırbağı, babasının yerine Horasanlı Ebu Müslim adıyla büyük bir komutan oldu. Emeviler’in çöküşünü Abbasiler’in kuruluşunu sağladı. En büyük yardımı da oymakları ile birlikte Gülnar Hatun’dan gördü. 750 yılında Abbasi Halifeliği’ne Cafer Mansur getirildi. 29 yaşındaki Horasanlı Ebu Müslim(Yırbağı) halife tarafından kurdurulmuş bir tuzakla öldürüldü.
Babasının ve nişanlısı Yırbağı’nın öldürülmesi üzerine Gülnar Hatun Halife’ye başkaldırdı. Tüm Türkmen Oymakları’nı birleştirdi. 765 yılında oymakları ile birlikte göç halinde saldırıya geçti. Uzun ve çetin yürüyüşlerle İran ve Irak üzerinden geçtiler.
Yürümekten bıkmayan bu göçerlere YÖRÜK dendi. Yörükler, obalarıyla, sürüleriyle, atlarıyla, çadır yüklü katırlarıyla, kadın, erkek, çocuk ve savaşçılarıyla topyekûn yürüyorlardı.
 Yörükler Toroslar’a doğru çekildi. 769 Nisan ayında Gülek Boğazı dolayında Halife Mansur’un casusları Gülnar Hatunu öldürdüler. Böylece Türk Arap düşmanlığı doruğa ulaştı. Güvensizlik sürüp gitti. Müslümanlığı kabul etmiş olan birçok Türk Obası Hristiyan oldu. Birçokları eski dinlerine geri döndü.
Eski Yörükler(ilk gelen boylar) Urum’a girmişti. Anadolu’da her varılan yerin bir ilerisine (batısına) Urum denirdi. Urum;(İran, Makedonya, Arap, Yunan, Ermeni karışımı) İon’ların egemenliğindeydi. Türkler her gittikleri yerde İonlar’la komşu oluyor, alış-veriş ediyorlardı. Toprağa yerleşenlere Avşar dediler. Mut İlçesi üstünden Göksu Irmağı’nı geçerek Anamur’a kadar olan topraklara, hem eski kentlerinin, hem de Büyükece’nin adı olan Gülnar adını verdiler.
Gülnar Hatun’un ana tarafı Gülnar İlçesi’ne, baba tarafı Kızılca köyü ile Anamur İlçesi’ne kondular. Birçok Boy’da Muğla’ya kadar uzandı.(Teoman 1985)
1071 den sonra Alparslan’la, 1229-1231’de Celaleddin Harzemşah’la gelen Yörüklere Yeni Yörük denir. Yeni Yörüklere Purgulu da denir. Savaşçı anlamına gelir. Onlar da Oğuzların Bozok kökenindendir.
Türkmenler (Yörükler) Anadolu’ya geldikçe ve yerleştikçe İonlar, Bizanslılar giderek kıyılara çekildi. O zaman Maraş-Adana-Muğla arasına Avşar Eli denirdi. Oğuzların bir adıda Afşar: Avşar idi.
Derleme: Ahmet Günel



TOMRİS HATUN

DÜNYANIN İLK KADIN HÜKÜMDARI TOMRİS HATUN
ilk kadın hükümdar olarak tanınan tomris hatun türk asıllıdır. 
İskitler (Skythler ,Sakalar) MÖ 8.yy ile MS 2 yy arasında Avrupa'nın Doğusu(Kırım-Pontik Bozkırlar) ile Orta Asya'da , Tanrı Dağları ve Fergana Vadisi'ni içine alan bölgelerde yaşamış olan Türk Halkıdır.(1)  
     
Bozkırın kuyumcularıydılar.İskitler savaşçı bir milletti ve orduları hem kadın hem de erkek savaşçılardan oluşuyordu. İskit diyarlarında silahlarıyla gömülmüş çok sayıda kadın kurganı(mezarı) bulunmuştur. İskitler de kadınların da savaştığı bir gerçektir.(2)

MÖ 6.yy'da yaşadığı düşünülen Tomris veya Tomyris kocasının ölümünden sonra Türklerin Kağan'ı oldu. Tomris Dünya Tarihinin bilinen ilk Kadın Hükümdarıdır. İsmi Öz Türkçedir ve günümüz kullanımıyla''Demir/Temir'' anlamına gelmektedir.(3) Tomris ya da Tomaris ismi günümüzde de kullanılan bir Türk ismidir.(4)  
               Yüce Tomris , Nene Hatun gibi , Dilşad/Ipar Hatun gibi ,Şerife Bacı gibi , Erzurumlu Kara Fatma gibi ismini göklere altın yıldızlarla yazdırmıştır.

Tomris hatun dünyanın ilk kadın hükümdarı olduğu gibi pasif bir hükümdar değildir.  O dönemlerde iran topraklarında hüküm sürmüş olan Ahamenis imparatorluğu ile hiçte küçük sayılmayacak savaşlar yapmıştır.
      
Ayrıca Tomris hatun hakimiyeti süresinde Perslerle de sert mücareleler etmiştir. Hakimiyet alanına 

Doğu anadolu ve kafkasları almak en büyük hedeflerinden biriydi. Bu hedefi nedeniylede doğal olarak 
en fazla Perslerle savaşmıştır.
Türk tarihinin en kanlı savaşlarından biri olarak tarihimizde yer alan savaşlardan biride Tomris hatunun ezeli düşmanı dönemin Pers hükümdarı Kiros’u yenerek öldürmesidir. Rivayete göre Tomris hatun Pers hükümdarını öldürüp kanını bir kovaya doldurmuştur ve kellesini kovaya atıp; “Ömründe kan içmekten bıkmadın hadi iç artık kendi kanını doya doya” dediğide rivayetler arasındadır   Dünyanın ilk kadın hükümdarı nın Türk olmasıda tarihimizin ne kadar şanlı olduğunun göstergesidir aslında.

KAYNAK :

EMRULLAH ÖZDEMİR   Tomris & Türklerin İlk Kadın Hükümdarı  - ROMAN

AMAZON KADINLAR TÜRKTÜR

100 cm X 100 cm Karışık Teknik


Amazonlar, inanışa göre yalnızca bir mitos, uydurulmuş bir efsane değildir. Amazonlar, Fatsa ya da Ordu’dan Karadeniz’e dökülen Thermedon ırmağının yakınlarında yaşayan savaşçı kadınlardır.
Yunan mitolojisinde Aşil (achilles) adlı yarı tanrı savaşçı Troya savaşında Amazon kabilesinden olan Pentesile (Penthesilia) adlı bir kadın savaşçıyla uzun süre ölümüne çarpışır, gücü tükenen Pentesile her ne kadar Aşil’i çok zorlasa da Aşil tarafından ölümcül bir kılıç darbesi alır. Aşil ölmek üzere olan kadının suratını açar ve bu sarışın kadına âşık olur. Pişman olmuştur…
Eski Yunan kaynaklarında bu savaşçı kadınların şeytan gibi dövüştükleri ve rüzgâr gibi at sürdükleri anlatılır.
Bu kaynaktan yola çıkan Arkeolog Dr. Jeannine Davis Kimball savaşçı Amazon kadınlarının nerede olduğunu ve nereden geldiklerini araştırmak için yola koyulur, Yunan mitolojisinde efsaneler yaratan savaşçı kadınların Karadeniz’in kuzeyinden geldikleri, göçebe oldukları, karşılaştıkları erkek egemen toplumlar karşısında hayrete düştükleri, özgürlüklerine bağlı olduğu ve kız çocuklarını erkeklerle savaşmak için yetiştirdikleri birçok yerde anlatılmaktadır ve arkeolojik kazılarına efsanelere kulak vererek Karadeniz’in kuzeyindeki Rusya steplerinde başlatmaya karar verir…
Onlarca eski kurganı açan Dr. Kimball tahmin ettiği gibi aradığını Karadeniz’in kuzeyinde bulmuş, kazılarda çıkan eşyaların ve desenlerin bugünkü Altaylı göçebelerle olan benzerliğine dikkat çekmiş ve araştırmalarını daha doğuda Altay dağlarının eteklerinde yapma kararı almıştır. Bugünkü Kazakistan ve Moğolistan sınırları içindeki kurganlarda yaşayan savaşçı kadınlar amazonların Orta Asya kökenli olduklarını tüm dünyaya ispat etmiştir.
Araştırmalarını hızlandıran Dr. Kimball çevrede onlarca savaşçı kadın kurganı olduğunu keşfetmiş ve efsane kadın savaşçıların Orta Asya kökenli olduğunu ve savaşçı kadınlara o tarihte duyulan saygıyı kanıtlamıştır.
Gözünü tekrar Yunan mitolojisine çeviren Dr. Kimball savaşçıların sarışın olarak tasvir edildiğini ve Pentesile’nin de sarışın olduğundan yola çıkarak Altaylardaki yalıtılmış göçebeleri araştırmaya başlar ve Altay dağlarının eteklerinde ıssız bir bölgede yaşayan 9 yaşlarındaki Meryemgül (Mairamgul) ismindeki sarışın Kırgız kıza dikkat çeker…
Meryemgül’ün ve 3000 km uzaklıktaki Karadeniz kuzeyinde bulunan kurgandan çıkan iskelet örneklerini DNA testine gönderen Dr. Kimball çıkan sonuçlar karşısında şok olmuştur…
2500 yıllık savaşçı kadın ve Meryemgül’ün mitokondrial DNA’sı %99,9 oranında benzerdir… Meryemgül’ün 2500 yaşındaki savaşçının torunu olduğunu ve Troya Savaşı’ndaki kuzeyden gelen dişi savaşçıların da kökeninin Orta Asya olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır!
Amazonlar, inanışa göre yalnızca bir mitos, uydurulmuş bir efsane değildir. Amazonlar, Fatsa ya da Ordu’dan Karadeniz’e dökülen Thermedon ırmağının yakınlarında yaşayan savaşçı kadınlardır. Başkentleri Themiskyra kentiydi.
Amazonlar, Anadolu yarımadasında büyük bir öneme sahipti. Hem tarihçiler hem de mitos yazarları İzmir’in, Efes’in, Sinop’un ve daha pek çok kıyı kentinin Amazonlar tarafından kurulduğunu söylerler. Platon ve Sokrates Anadolu’da yaşayan bu çok kuvvetli ve cesur kadınların sık sık Yunanistan’a akın ettiklerinden bahseder.
Mitolojiye göre Amazonlar savaş tanrısı Ares’le Harmonia (ya da Aphrodite)’nın kızlarıdır. Tasvirlerde çok iyi ok, yay, kargı ve mızrak, iki ağızlı balta (Labrys) kullandıkları ve at sırtında savaştıkları görülmektedir.
Amazon sözcüğünün eski bir Anadolu diline ait olduğu söylenir. Bazı bilginlere göre     A-mazon=Memesiz anlamına gelir. Yaylarını daha rahat çekebilmek için sağ göğüslerini kestikleri ve bundan dolayı kendilerine Amazon adı verildiği ileri sürülür. Oysa en erken tarihlerden itibaren yapılmış olan tasvirlerin çoğunda Amazonların göğüslerinin ikisi de görülür. Başka bir görüşe göre Amazon’un A’sı şiddet ve güç anlamına gelir, mazon ise göğüs demektir. Sözcük bu kez memesiz değil, tam tersi geniş ve kuvvetli göğüslü demektir. Bir diğer görüşe göre Amazon kelimesindeki “A”, Türkçe’deki -maz- eki gibi olumsuzluk getiren bir takıdır. “Mazo” ise dokunulmaz demektir. Bu görüşe göre Amazon bir erkek tarafından dokunulmaz olan kadın demektir.
Pek çok Amazon kadınının mitolojideki kahramanlarla ilişkisi olmuştur; Hippolyte’nin Herakles, Antiope’nin Theseus, Penthesileia’nın Akhilleus efsanelerinde adları geçer. Bir diğer görüşe göre ise eski Kafkas dilinde “Maza” ay demektir. Amazonların hem ay tanrıçasına hem de önce Kybele sonra da Efes Artemisi’ne taptıkları için Amazonlara bu ad verilmiştir.
Amazonlar savaşta tutsak ettikleri erkeklerle birlikte olup daha sonra onları öldürmeyi adet edinmişlerdir. Bazen de komşu ülkelerle bir anlaşma yapıp komşu ülke erkekleri ile özellikle ilkbaharda birlikte olmuşlar, doğan çocukların kız olanlarını alıp, erkek çocukları onlara vermişlerdir.
Prof. Dr. Gülgün Köroğlu

KAYNAK :