27 Nisan 2016 Çarşamba

GÖK OLSUN ÇADIRIMIZ , GÜNEŞ DE BAYRAĞIMIZ

Uygurca yazılmış olan Oğuz destanında, Oğuz Han şöyle diyordu:

“Kun tuğ bolgıl, kök kurıkan!” Yani: “Güneş, tuğumuz, bayrağımız olsun; gök de çadırımız!” Türkler bunları söylerken, kendi dünya imparatorluğu ideallerini de ifade ediyorlardı. Sembolik olarak güneşi Türk devletinin bayrağı ve gök kubbesini de, bir Türk çadırı olarak düşünüyorlardı. Bu, artık devlet idaresinin felsefesine erişmiş ve edebiyat yapabilen Türklerin düşünceleri idi.

Bir de bu düşüncenin doğup da geliştiği ve biraz da ilksel din anlayışları vardı ki, bunları da henüz daha geri bir hayat yaşayan Türk halklarında bulmak mümkündür. Yıldızlarla ilgili bölümümüzde, bu konu üzerinde uzun olarak durmuştuk. XIII. asırda Ortaasya’ya seyahat eden seyyahlar, Ortaasyalı atlı göçebelerin çadırlarını gök kubbesine nasıl benzettikleri konusunda, uzun uzun durmuşlardı. Kutadgu-Bilig yazarı da, “Tanrı göğü yarattı, üstüne de yıldızı”derken gökle yıldızlar âlemini birbirinden açık olarak ayırmış oluyordu. “Türk devleti de, Gök kubbesi ile gökyüzü arasına oturtulmuştu”

Bahaeddin ÖGEL

Teknik : Yağlıboya
80 X 80 cm
4.000 TL

20 Mart 2016 Pazar

Yukarıda mavi gök, "Aşağıda Yağız Yer yaratıldığında, "İkisi arasında İnsanoğlu yaratılmış;                          GÖKTÜRK YAZITLARI

                                                       Yukarıda mavi gök aşağıda insanoğlu                                                                                                               60 X 80 cm teknik : yağlı boya
                                                                      4.500 TL


16 Şubat 2016 Salı

BİLGE TÜRK - AY YILDIZLI İLK TÜRK PARALARI

GÖKTÜRK  SİKKESİ
10 cm X 15 cm  Teknik :Çinko Gravür Baskı
650 TL



 650 TL

UYGUR  SİKKESİ
10 cm X 15 cm  Teknik :Çinko Gravür Baskı
650 TL


1500 YILLIK AY YILDIZLI TÜRK PARALARI

 Kırgızistan,Özbekistan ve Tacikistan’da yapılan arkeolojik kazılarda bulunan Göktürklere ait ay-yıldızlı paralar ‘Türk uygarlığında ‘Orhun yazıtları kadar önemli’ bir keşif’ olarak değerlendirildi.

 Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi’nin Bişkek’te düzenlediği İkinci Uluslararası Türk Uygarlığı Kongresi’ne katılan Dokuz Eylül Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Yavuz Daloğlu,burada tanıştığı Özbek tarihçi Gaybullah Dr. Babayar’ın eski Türk devletleri paraları üzerinde yaptığı çalışmayı inceledi.Daloğlu,bu paralar arasında daha önce hiç duymadığı,görmediği Göktürk paralarıyla karşılaştı.Dr. Daloğlu,Dr. Babayar’la yaptığı çalışma sonunda,Göktürk paralarının bulunuşunu ‘Türk uygarlığında önemli bir keşif’ olarak açıkladı.
 Sikkelerden birinde ortada kağan kabartması ve kenarlarda üç tane ay-yıldız olduğunu söyleyen Daloğlu,bu sikkenin Türk uygarlığı açısından çok büyük önemi olduğunu belirtti.Daloğlu, şöyle dedi:

 “Göktürklerden sonra 8′inci yüzyılda Türgişlere ait paralar bulunmuştu.Ancak Göktürklere ait paralar onlardan 150-200 sene daha önceye,576-600 yıllarına ait.Gök-Türk sikkelerinin bulunuşunun kuşkusuz ki,günümüz açısından çok önemli tarihsel ve siyasal sonuçları vardır.Bunlardan en önemlisi bu sikkelerin toplumumuza dayatılan ‘Türkler barbardı, Türklerin uygarlığı yoktu,Türkler yağmacıydı,Türkler kaç-göçlü bir toplumdu vb.’ gibi Avrupa merkezli tarih ve kültür anlayışı ile bunun siyasal sonuçlarını bir kez daha yerle bir etmesidir.
 Avrupa merkezli tarih dayatmasını alt-üst eden, Türk ve dünya tarihinin yeniden yazılmasını gerektirecek bu çok önemli buluşu Türk Ulusu’na açıklamaktan kıvanç duyuyorum!”
 Kuşkusuz ki bilim insanlarımız,Avrupa merkezli bu iddiaları çürüten pek çok bilimsel çalışma ve kanıt ortaya koymuştur.Şimdi ben de bunlara çok önemli bir katkı koyarak,Gök-Türk sikkelerini gündeme taşıyarak,Türklerin büyük uygarlık birikimini ve bunun günümüze ulaşan kanıtlarını bir kez daha Türk kamuoyuna ve dünyaya sunuyorum.
 Gök-Türk sikkelerinin bulunuşu, Orhun Yazıtları’nın bulunuşu kadar önemlidir.

 Türkler (Gök-Türkler ve diğer Türk kavimleri ve devletleri) tarihin derinliklerinde,dünya uygarlığına büyük katkı sunmuştur. Askeri örgütlenme,büyük ordular meydana getirme,Avrasya’nın büyük coğrafyasında bağımsız,başı dik devletler kurma,paranın geçerli olduğu ekonomik ve toplumsal bir ticaret yaşamı,şehirleşme ve yerleşik yaşam biçimi,hiçbir dönemde köleci toplumsal yapının egemen olmaması,güzel sanatları yaratma ve yaşatma ve daha pek çok unsur Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyetini göstermektedir.
 Eski Türk devletlerinde kağanlığın (sonrakilerde hükümdârlığın) sembolü “tuğ” (bayrak, sancak ve davul) ve “sikke”dir. Sikke ekonomik,tuğ da siyasi bağımsızlığın göstergesi olan bayrağı ve bağımsızlık marşını (milli marşını) temsil etmektedir.Gök-Türkler tuğ’u ve sikke’siyle,yani bayrağı,marşı ve parası ile bağımsız,başı dik bir devlet kurmuş ve büyük bir uygarlık oluşturmuştur.''

UYGURLARIN UYGUR HARFLİ PARALARI

 Eski Uygurların siyasi hayatını aksettiren kültür belgelerinin başında para ile ilgili belgeler gelir.Uygurlar 8. yüzyıldan 12. yüzyıla kadar para birimi olarak altun,gümüş ve bakır külçelerini kullanmışlardır.Uygur harfleriyle yazılan 32 para belgesinde para birimleri olarak yastuk,yarmak,bakır vun ve çav gibi terimlerin kullanıldığı görülmektedir.
 Yastuk takriben 2000 gram ağırlığındaki külçedir.Altun yastuk,Kümiş yastuk-Kümüş yastuk,Yastuk kümüş,Ak yastuk,Çav yastuk,Yastuk çav gibi cinsleri vardır.
 Yarmak takriben 40 gram ağırlığındaki külçedir.(1 yastuk=50 yarmak) Satır-Sıtır yarmak,Bakır yarmak şeklinde ayrı ayrı da kullanılmıştır.

PROF: Dr. Osman. Fikri Sertkaya
Kaynak : http://forum.hunturk.net/ay-yildizli-ilk-turk-parasi-1500-yillik-4593.html
 

11 Şubat 2016 Perşembe

BİLGE TÜRK - TÜRK KÜLTÜRÜNDE HAYAT AĞAÇLARI

HAYAT AĞACI FRİGLER
40 cm X 40 cm Teknik : Yağlıboya

YUNAN DEĞİL ANADOLU UYGARLIĞI 

Bir arkeoloğun asal görevi başka nedir, o unutuluyor; Batı'nın ve Batıcıların iki yüz yıldır 'Yunan yaratıcılığı'nın misyonerliğini üstlenmişliklerine ise sessiz kalınıyor.

Batı uygarlığını 'Anadolu halkları yarattı' dersen ulusalcısın, 'Yunanlar yarattı' dersen hümanist oluyorsun....

-- Size milliyetçi ve Anadolucu demelerinin nedeni bu mu?

IŞIK - Dedim ya, bazen oluyor. Aralarında benim öğrenmek uğruna yurt dışında altı genç yılımı verdiğim bilimsel yöntemimi tartışmaya cüret edenler bile var. Kültür ehli olunca, arkeolog da olduğu sanısına kapılanlar bunlar.

İsterim ki benim neci olduğumu bıraksınlar da; söylediklerimi, yazdıklarımı bilimsel düzeyde tartışmaya açsınlar.
Kaynak : "UYGARLIK ANADOLU'DA DOĞDU" kitabı ile FAHRİ IŞIK 

Urartu Hayat Ağacı
30 cm x 30 cm 
Teknik : yağlıboya
500 TL


Maya Hayat Ağacı
30 cm x 30 cm
Teknik: Yağlıboya
500 TL

Mu Kıtası Hayat Ağacı
30 cm x 60 cm
Teknik : Yağlıboya
750 TL

Etrüsk Hayat Ağacı
30 cm x 30 cm
Teknik : Yağlıboya
500 TL

HAYAT AĞACI HİTİTLER
40 cm X 40 cm Teknik : Yağlıboya
         HİTİT KARATEPENİN kuzey kapısının ortasında hayat ağacı bulunan antitetik  keçiler


HAYAT AĞACI KIZILDERİLİLER
40 cm X 40 cm Teknik : Yağlıboya


HAYAT AĞACI SÜMERLER/ KENGERLER
40 cm X 40 cm Teknik : Yağlıboya
                


HAYAT AĞACI YAKUT TÜRKLERİ
40 cm X 40 cm Teknik : Yağlıboya

KAYNAK : http://semrabayraktar.blogspot.com.tr/2013/08/uygarlik-anadoluda-dogdu.html

BİLGE TÜRK - MU KITASI İNANÇ

MU KITASI İNANÇ
80cm X 80 cm Teknik : Yağlıboya
4.000 TL

MU KITASI İNANIŞ
Tüm insanlar büyük bir uyum içerisinde ve tek tanrı inancı ile yaşamaktaydı. Tanrının tek olduğu güneş sembolü ile ifade edilmekteydi ve bu dildeki adı Ra idi. Onun için Mu uygarlığına Güneş İmparatorluğu da denilmekteydi. Rahip-kral olarak görev yapan liderlerine Ra-Mu, bilim adamı da olan rahiplerine Naacal denilmekteydi. Ra adının daha sonra Maya ve Mısır dillerinde de aynı anlamda kullanıldığını görürüz.


Tablet No 1055. 
1. Bu Creator, İlahiyat temsil eden bir sembol Uygur (veya Nordic) Sun Ra vardır. Şek. Üç puan, Mu ana sembollerinden biri olan 
2. Şekil. Onun sayısal sembolü. 
3. Beşinci şekle bakın. 
4. Bir dil sembol konuşma. Bu dil, bu nedenle Tanrı'nın kelime, Ra'nın çıkıyor. 
5. farklı bir dil, ama Yaratıcı, İlahiyat, Mu ağzından konuşan demektir Ra ve mu, hem de bağlanır. Çeviri. Yaratıcı Mu ağzından konuşuyor.

Naacal Belgenin  küçük gövde etrafında bir yılan tarafından dolaşık ağacını gösterir. yılan  bir süssüz yılan, su  sembolüdür . Bu sembolik Mu su ile çevrili olduğunu göstermektedir. Neden bir yılan ile çevrilidir ? 
Mu bir ağacı, hayat ağacı ile sembolize edilir.


Churcward'ın Kaynakları
Churcward'ın kaynakları, Batı Tibet'te bir mabette, bu mabedin başrahibi tarafından kendisine verilen Naacal Tabletleri ile, Amerikalı Jeolog William Niven'in 1921–23 yılları arasında Meksika'da ortaya çıkardığı tabletler olmuştur.Bu taş tabletler 15.000 yıl önce yazılmıştı.
Ingiliz Albay James Churcward Hindistan'daki tabletleri Tahsin Bey'e bilgi olarak sundu. Bunlar da kayip Mu Kıtasi ile ilgiliydi. Ve Churcward 50 yıl çalısmıst bu tabletleri çözebilmek için. Bu konuda 5 kitap yayınlamış bir uzmandi.
Bu tabletler daha ziyade resimlere benzeyen bir yazı stili kullanılmıştır. Adı geçen Rahip, İngiliz Albaya bu tabletleri okuyup anlaması için Sanskritçe öğrenmesi gerektiğini, bunun da yeterli olmayacağını ve eski bir dil olan Naga-Maya dilini de öğrenmesi gerektiğini söyler. Naga-Maya dilini bu rahip bilmektedir ve Churchward, Rahipten bu dili öğrenmekle işe başlar. Neticede bu dilleri öğrenir ve tabletlerdeki yazıları büyük oranda çözer. Albay bu tabletleri çözmek için çok zaman harcar. Daha ziyade emekliliğinden sonra çalışmalarını bu alana teksif eder. Ancak yazıların bazı yerleri deforme olmuş, bazı tabletler de kaybolmuştur. Bunun için metinlerde anlam bütünlüğü bozulmaktadır.
1.Yukatan'da hazirlanmis eski bir Maya kitabi olan 'Troano El Yazması'. Bugün British Museum'da bulunmaktadir.
2.Troano El Yazmasiyla ayni yaşta olan bir baska Maya kitabi 'Cortesianus Kodeksi'dir. Bugün Madrid Ulusal Müzesi'nde bulunmaktadir.
3.Paul Schlieman tarafından Tibet'te bir Budist tapınağında bulunan 'Lhasan Belgesi'.
4.Yukatan'da Mu Kıtası anısına inşa edilmiş Uxmal Tapınağı'ndaki Yazıtlar yaklaşık 12.000 yıllıktır. Bu tapınakta:
Geldigimiz yer olan Bati ülkelerinin anisini korumak için insa edilmistir, diye kabartma yazılar bulunmaktadir.
5.Meksiko şehrinin 96 km güneybatisinda yer alan 'Ksochicalo Piramiti Yazıtları'. Bu piramit, üzerindeki kabartma yazilara göre;
Batı ülkelerinin yıkımının anısına insa edilmistir.
6.Dr. Niven'in Alaska'da buldugu Mu Kıtası sembolleriyle islenmis bir totempol.
7.Eflatun'un Timeus ve Critias adli eserinde batik kitaya dair su sözler geçer:
Mu ülkesinde 10 halk vardı.
Tahsin Mayatepek'in Araştırmaları [değiştir]
Tahsin Mayatepek
1882'de Edirne'de doğan Tahsin Mayatepek'in babası Afyonlu Kara Ömer Vehbi Paşa, annesi Boşnak Gülsün Hanım'dı. Aile o zamanlar Sarhoşoğulları olarak anılıyordu (bugün Mayatepek). Tahsin Mayatepek babaları gibi asker olan iki kar
eşinin, aksine tarihçi ve diplomattı. Enver Paşa'nın Sultan Vahdettin'in kızı Naciye Sultan ile olan evliliğinden olan kızı Türkan Sultan ile evlenmişti.
Atatürk kendisini Meksika’ya elçi olarak gönderdi.Orada kendisine Amerikali Arkeolog William Niven'in buldugu tabletlerden bahsettiler. Maya dilinin kökeninin bu tabletlerde oldugu anlasilmisti. Türkçe ile Maya dili benzerlik bu tabletlerde aranacakti. Bu tabletler Tahsin Bey'i saskina çevirdi. Çünkü tabletler M.Ö 200.000 ile M.Ö.70.000 yillari arasinda Pasifik'de yer almis bir kitayi haber veriyordu. Kitanin adi MU idi. Avustralya'dan birkaç kat büyüktü. Yüksek bir uygarliga ulastiktan sonra deprem veya tufan sonucu battigi saniliyordu. Tahsin bey burada Maya kültürünü inceledi ve Türk kültürü ile arasındaki şaşırtıcı benzerlikleri tespit etti. Örneğin 130 dan fazla yer ve kelimenin Maya ve Türk dillerinde aynı veya çok benzer olduğunu gördü
Tahsin Mayatepek Meksika'daki arastirmalarinda çok daha fazlasini bulmustu. Maya, Aztek ve İnka uygarliklarinin Türkler'in kullandigi eşyalara benzer esyalar kullandigini Atatürk'e
iletmisti. Davullar, kalkanlar üzerlerindeki ay ve yildiz sembollerine kadar bizimkilere benziyordu. Tahsin Mayatepek, çalismalarini belge ve fotograflarla 3 ciltlik defter olarak toplayarak Atatürk'e gönderdi. Bunlarin ikisi 70'lere kadar TDK kütüphanesinde idi. (No:57-56) Üçüncü defter kayiptir. Bu defterlerde dini tören, ibadet ve tapinaklarin bile sasilacak kadar benzerligi gösteriliyordu.Yalnızca bu bile Türk'lüğün ne kadar eski bir tarihe sahip olduğunu göstermeye yeterliydi.Diğer bir teori ise Nuh'un torununun oğlu'nun ilk Türk olduğu şeklindeydi ilk Türk MU kıtasında yaşamıştı,yalnızca bulunan bu benzerlikler bile ilk Türk'ün MU'da yaşadığını gösteren teoriyi fazlasıyla destekliyordu.
Kaynak :
http://muchurchward.free.fr/pages/01_MU_le_continent_perdu.html

BİLGE TÜRK - MU KITASI YARATILIŞ SEMBOLÜ

MU KITASI YARATILIŞ 
80 cm X 80 cm Teknik : Yağlıboya
3.500 TL

Mu kıtası kadın ve erkeğin yaratılış sembolü

Kaynak : 

10 Şubat 2016 Çarşamba

BİLGE TÜRK - MU KITASINDA EVREN TASARIMI

MU Kıtasında Evren Tasarımı
50 cm X 90 cm Teknik : Yağlıboya
2.500 TL





Tablet No 339, Niven koleksiyonu.



Taş kontur aşağıdaki elips evreni, sonsuz bir boşluğu simgeliyor.
Kelebek başkanı dört  içeren bir dairedir. Bu daire yaratıcıyı temsil ediyor. Dört nokta ise,  dört büyük güçleri simgeleyen sayısı 4 bulunmaktadır. 
1 -4 ve 5, Tanrı'nın sayısal sembolü eşittir.
Alında ki  iki anten hukuk temsil ediyor
Kanat iki şekilde çözülebilir: Tanrı ve aralarında dört boşluk, Dört Kutsal simgeleyen beş bar.

Evrende bir dil. Dil konuşma ve komuta sembolüdür. Yani "komutu verildi
Bu kanun ve düzen tüm evrene kurulacak. kelebek o komutu verir.

KAYNAK : 
http://muchurchward.free.fr/pages/01_MU_le_continent_perdu.html

BİLGE TÜRK - MU KITASI ÇARKI FELEK

MU KITASI YARATILIŞ OZ SEMBOLÜ
80 cm X 100 cm Teknik : Yağlıboya
4.500 TL

Um kıtasında çarkı felek sembolü
Tablet No 1231. - evrenin hareketine anahtarıdır, çünkü bu, en ilginç ve en fazla 2.600 tablet koleksiyonu Niven arasında en değerli biri tüm yönleriyle.
Bu bugüne kadar zamanın başlangıcından beri, sayısız farklı isimler ve yönleriyle, Yaratıcı'nın ve yaratılış insan anlayışı önemli bir rol oynamıştır Dört Kutsal Kuvvetleri, bir sembolüdür.
Naacal Yazılı dört evrensel kaos düzeni ve hukuku tesis Yaratıcının emirlerine ajan olduğunu söyler. Onların görevi tamamlamış onlar fiziksel evrenin emanet edildi. Meksikalı Tabletler aynı şeyi söylüyorlar.


1.       Merkezi figür Ra güneşi temsil eden bir dairedir. Bu Yaratıcı'nın tevhid sembolüdür. Bu dini eğitimde kullanılan üç sembollerinden biridir.
2.       Bu dairenin 2. Anavatan alfabesinde hieratic H harfi olduğunu. Bu Kutsal Four alfabetik sembolüdür. Bu daire içinde olduğu gibi, bunların Creator'da anlamına gelir. Böylece Kutsal Dört Creator ve O'nun ağzından bulunmaktadır. Kutsal Dört - dört ana temel kuvvetler - doğrudan Yaratıcı'nın üzerinden gösterilir,
3.       Bir Kuvvet sembolü; Tabanlı kuvvet kökeni ve alır yön yerini gösterir. Bu skeç, o batıdan doğuya gider.
4.       Dört Kuvvetleri her bir ok, bir mızrak ya da cirit ucu taşır. Bu kuvvet ölü olmadığını gösteren faaliyet sembolüdür, ancak etkin kalır ve doğu Batısında devam ediyor.
Eskilerin söyleyerek "anladım ve bu başarılı oldu .
        5- Bu kelime Hiyeroglif Surveyor oluşturur. Bu kelime Dört Kuvvetleri her birinin içinde yazılır.    Yani Big Four SURVEYORS, Dört Büyük İlköğretim Kuvvetleri olduğunu. Onlar Yaratıcı'nın doğrudan temsil eder  çünkü bu birincil güçlerdir.
  6-   Bu sembol, dört kuvvetleri geçiş oluşturulmaktadır. Bunların hepsi batıdan doğuya doğru hareket ettirin. Noktaları evreni simgeleyen bir daire oluştururlarBu nedenle evrendeki  tüm cisimlerin hareketlerini yönetir. Bu, tüm organları batıdan doğuya doğru döndürün ve batıya doğru  hareket vücudun oluşturduğu tüm devreler bir merkez etrafında dönerek, doğuya  gitmek olduğunu göstermektedir. Sembol olduğunu, Büyük Sonsuz veya Yüce demek, bu merkez İilk Kuvvetleri olduğunu gösterir.
Biz diyoruz belki de atomik kuvvet .
2.600 tabletler Niven arasında 1000 ADETİ BU Kuvvetler ile  ilgilidir.

Kaynak :
http://muchurchward.free.fr/pages/01_MU_le_continent_perdu.html

Diğer bir kaynaktan baktığımızda , Mu kıtasında günümüzden 60.000 yıl önce var olduğu düşünülen ve bulunan tabletler ve araştırmalar ile de kanıtlanan bu kıtada ki yaşamdan sonra da Ön- Türkler bu sembolü kullanmışlar. Önemli olanda budur diye düşünüyorum. Arada binlerce yıl geçip aynı sembollerin kullanılması 
bir raslantı olamaz. Bu konu ile ilgili diğer kaynaklarında verdiği bilgiler aşağıda bulunmaktadır ;
*******************************

Ön-Türkçe tersine (L) harfı ÖG damgasıdır, anlamı felsefi- yüksek düşünce yani Tanrıya erişmek için gerekli düşünce demektir

Ön-atalarımız 4 adet ÖG damgasını uçlarından bir haç şekli oluşturacak şekilde birleştirmişlerdir.. 4 sayısı, Dört cihan demektir ki, bu şekil 4 cihanda Tanrıya erişme düşüncesine sahip olma demektir.

HAÇ diye görülen şekil ise, Ön-Türkçede, OQ damasıdır Günahsız olmayı ifade eder. İ.S.4’ncü yılda Vatikan tarafından kabul edilmiştir.

Aslında meydan gelen şekil HAÇ değil, UÇ damgasıdır, El işlerinde bu şekil genelde 5 kollu olarak geçer ve adı yanar/ döner’dir. Çünkü şekil , dönme hissi verir. Bu UÇ damgası Ruh’un dönerek Tanrıya erişmesini ifade eder.

Bu ön-Türkçe damgayı Kandıra hazinesindeki 123 parça Sikke üzerinde buluruz (prof.M.Tekin , Bizans Sikkeleri, Yapı Kredi bankası) Araştırmacılarımız bu damganın “yeldeğirmeni” diye değerlendirmişlerdir.

İstanbul Arkeoloji müzesinde Bizans sikkesi denen ve 1numara ile kayıtlı olan sikke gene bu damgayı taşır(Prof. A.Alpay, İst. Archeo. Mus. A Turizm, 1995)

İ.Ö. 500 tarihi verilen bu sikkeler bu tarihte, İstanbul’da Bizanslıların değil , Ön-Atalarımızın bulunduklarını gösterir.

Bu sikkelerin öteki yüzünde Ön-Türkçe OY-ÖGÜY ; yani düşünme yeteneği yazılıdır (K.Mirşan)

UÇ damgası şeklinde düzenlenmiş olan bu ÖG damgaları, Kilim, Hallarımızda mevcutturlar. Antalya Yat limanında bir evin tahta penceresi bu UÇ damgasıyla r.bir sanat şaheseri olarak süslenmiştir.( eğer ,hâlâ duruyorsa?)
Bizans Sikkesi üzerinde ÖG Tamgası ve “Düşünme Yeteneği” yazan ÖnTürkçe bir cümle.

Kazım Mirşan

Kaynak : 
http://www.turkcuturanci.com/turkcu/turk-tarihi/oz-tamgasi/

8 Şubat 2016 Pazartesi

BİLGE TÜRK - ŞAMAN VE KIZILDERİLİ ORTAK İNANCI

ŞAMAN DAVULU
Çap 70 cm Teknik : Karışık
3.000 TL

Amerika Kızılderili Kabileleri ile bugün Orta Asya, Kırgızistan, Kazakistan, Güney ve Kuzeydoğu Sibirya da yaşayan Tuva, Altay, Hakas, Televi ve Saka Türkleri arasında bütün canlılığı ile yaşayan Türk Şamanizm’inin ortak özellikleri oldukça fazladır.
Asya’dan Amerika Kıtasına geçen Kızılderililerin ömürleri buradaki zor şartlar nedeniyle kısa sürmekte idi. Ölüm hadisesi baş verince Asya’dan göçen bu insanlar Orta Asya’daki  kabilelerinin yaptıkları gibi insanüstü doğa güçlerinin varlığına inanarak Şamanizm’i devam  ettirdiler. İyi ruhlardan yardım dilemek, kötü ruhlardan ve hastalıklardan korunmak için kabile Şamanına başvurdular ve tılsımlı gerdanlıklar gibi bir takım uğurlar edindiler.
William Thalbitzer konu ile ilgili olarak yaptığı çalışmasında şunları açıklamıştır: “Arktik bölgesinde yaşayan halkların bu günkü dilleri ne olursa olsun Yakut Türkleri ile Chukchee, Samoyet ve Lapp’ların sahip oldukları kültürün şüphe götürmeyecek şekilde birbirinin devamı olduğuna inanıyorum.”
Kuzey Amerika’da Eskimo ve diğer Kızılderili kabileleri arasında önemli yeri ve mevkisi olan Şamanların aynı görevi yaptıkları görüşünü Mircea Eliade büyük bir güven içinde bilimsel  kaynaklara dayanarak ifade etmiştir.
Kuzey Amerika Kızılderilileri ve Eskimo Şamanlarının ruhani bir güçle denizin ve yerin dibinde seyahat etmeleri, Asya’nın Kuzeyindeki Yakut Türklerinin ruhani yol göstericisi olan  Şamanları ile aynı karakteri göstermektedir. Merasimlerde giydikleri kıyafetleri ve törenlerde kullandıkları “davul” gibi aksesuarları arasında ise çok az farklılıklar bulunmaktadır. Edward William Nelson, bir Alaska Şamanının kendisine öbür dünya’ya gidip orada 2 gün nasıl dolaştığını sonra dirililerek köyüne gelip orada gördüklerini halkına anlattığını belirtmektedir.  Mircea Eliade, Türk ve Kızılderili Şamanları arasındaki benzerlikleri anlatırken öbür dünyaya gitmek, arşa çıkmak, cennete gitmek gibi olguların yaygın bir ortak özellik olduğunu vurgulamıştır.
Tarihte kayıtlara geçmiş ve adı bilinen ilk Şaman, Sümerlerin Destan kahramanı Gılgamış’tır. Orta Asya Türk, Sibirya, Yakut, Altay ve Tuva Şamanlarında olduğu gibi, Amerika Yerli Kızılderili Şamanlarının en önemli aracı “davul” ve “tokmak”tır. Yine tarihte bilinen en eski “davul”” ve “tokmak” Sümerlerin zamanında “her şeyi bilmesi” ile tanınan Şaman Gılgamış tarafından kullanılmıştır. Tarihte bilinen en eski yazılı Sümer tabletlerinde, “Inanna” tarafından Fırat Nehri’nin kenarında yetişen “Kutsal” bir ağaçtan yapılmış “”Davul” (Pukku) ve “Tokmak” (Mikku) Gılgamışa en şerefli bir hediye olarak verilmiştir. Sibirya Şamanizmi’nin en canlı bir şekilde yaşadığı ve yaşatıldığı (Yakutistan) Saka Eli’nde Şamanların dinî ve mevsimlik ayinlerde kullandıkları “Davul” ve “Tokmak” Sümerlerin Şamanı Gılgamış’ın kullandığı davul ve tokmakla aynı paralelliği göstermektedir. Sümerlerde ve Sakalarda Şamanların kullandıkları davul ve tokmağın kullanıldığı yer ve maksat aynıdır. Gerek Sümer Şamanları ve gerekse Saka Eli Şamanları, “karanlık” dünyaya ruhlarla görüşmek için yaptıkları seyahatte, davul ve tokmak Şamanlara “rehberlik” eder. Kızılderili kültüründe de gerek şaman ayinlerinde gerekse kabile içinde yapılan diğer törenlerde davulun yeri aşikardır.
Şamanizm kültürü ile iç içe yaşamış toplumlarda, insanların her iki dünyada saygı duydukları ortak nesne, “toprak” olmuş ve özellikle Türk Kültürünün yayıldığı sahalarda ve Amerika Yerli Kızılderili toprakları üzerinde yaşayan insanlar arasında “Toprak Ana” (Mother Earth) olarak anılmış ve saygı gösterilmiştir. Kızılderili ve Türk toplumunun savaşçı fertleri bir savaş veya herhangi bir şekilde yaralandıklarında, yaptıkları ilk iş, “Toprak Ana”nın bağrından, onun şefkatli yüzünden alınan temiz “kuru toprak”la yaralarını ovmak ve kanı durdurmak hareketi olmaktadır.
Türk toplumunda ve Kızılderili milleti arasında, anadan doğduğumuzda, göbeğimiz kesildikten sonra, geride kalan kısma “it ağzı” değmesin diye, yine “Toprak Ana”nın bağrına gömülür. Kızılderili Milleti ile Türk Milleti’nin “Toprak Ana”ya bağlılığı daha doğarken başlar. Göbeğimiz kesildikten sonra arta kalan ve halk arasında “Eş” olarak nitelendirilen kısım toprağa gömüldüğü an, öldüğümüzde varacağımız son “mekan” tespit edilmiş olur. Kızılderili ve Türk toplulukları arasında ölüler gömüldükten sonra, üzerine “hamile kadının karnı” gibi bir toprak kümesi yığılması (höyük, kurgan şekli), öldükten sonra da tekrar “Toprak Ana”dan vücuda geleceğimizin fikri ortak “sembolizm” ile vücut bulur.
Yakut Şamanlarında “Ana Hayvan” veya “Hayvan Ana” ve bu arada eski Şamanların yaşayan ruhu büyük rol oynar. “Hayvan Ana”, Yakut Şamanına görünmeyen bir ruh şeklinde yardım eder. Bu ruh kendini ölüm veya doğum anlarında gösterir. Yakut Şamanları’na yardım eden gizli ruh, “Hayvan Ana”, çoğu zaman tüyleri demirden bir kuş şeklinde görünür. Tüyleri demirden olan bu koruyucu kuş şeklindeki “Hayvan Ana” Şamanın sahip olduğu ağacın bir dalında tüner.
Ob–Uygurlardan olan Hanti ve Mansi’ler de, Şamanın mutlaka yedi tane yardımcı hayvanı olmalıdır. Hayvan şeklinde kendisini gösteren yardımcı ruhla, Şamana çeşitli zorluklarda yardım ederler. Coğrafyanın değişmesi ile Şamana yardım eden bu hayvanların da türleri coğrafyaya bağlı olarak değişir. Şamanlara yardım eden yedi yardımcı hayvan ruhu genellikle; Ayı, Geyik, Kurt, At, Yılan, Balık veya Kuş şeklinde görünür. Kuş şeklindeki ruhlar, Kuzeye doğru gidildikçe Kartal ve Baykuş şeklinde kendini gösterir. Sahillere yaklaştıkça, bu hayvanlar, Şamanın su altındaki seyahatine yardım eden çeşitli deniz hayvanları şeklinde görülürler. Kızılderili kültüründe de koruyucu güç olarak ruhani yani görünmeyen hayvanlar yer almaktadır. Hayvanların türlerindeki benzerlikte dikkat çekicidir.
Orta Asya Türk, Tuva, Altay, Hakas, Televit ve Saka Türk Elinde ve Amerika Yerli Kızılderili kabileleri arasında halkın hayatına nizam veren ve “her şeyi bilen” erdemli kişiler olarak saygı duyulan Şamanlar, katiyen “büyü” yapmaz ve “nusha” yazmazlar. Şamanların ortak özellikleri incelendiğinde, onları tamamen “ruhlar alemi” ile “ölümlü dünya” arasında seyahat eden ve acı içinde kıvranan “bizlerden biri” olarak görürüz. Kızılderili ve Türk Şamanlarındaki bu ortak özellik yani “büyü” yapmama özelliği diğer birçok toplumda görülmez. Hatta tam tersi Şaman tarzı ruhani kişiler “Kara Büyü” adı verilen kötü amaçlı büyüler de yapmaktadır.
Amerika Yerli Kızılderili kabilelerinden Algonquians Kızılderilileri tarafından yaşatılan Tsistsistas (Cheyenne Kızılderili kültürünün asıl ana kolu 12000 yıl önce Arktik bölgesinde kök atmıştır. Şamanizm kültürünün Amerika’daki Kızılderili kabilelerinden Algonquian kabilesine taşıyan gruplar, Sibiryanın kuzeyinde yaşayan insanların en yakın akrabalarıdır. Tsistsistas Kabilesinin her yıl yaptığı “Massaum” merasimleri, bu Kızılderili kabilesine, Avrupa’dan gelerek Amerika’yı işgal edenlerden değil, onların Kuzey Sibirya’da yaşayan akrabalarından hatıra kalmıştır. Tsistsistas Kızılderilileri’nin dünya ve kainatı tarif edişleri, diğer Kızılderili kabilelerinden Yuroks, Evenks, Yukagir, Orichis’lerin kültür anlayışı ile paralellik gösteren Kuzey Sibirya Şaman kültürünün, 2000 nesil sonra bize kalan kısmıdır.
Kaynak :
http://www.bilinmeyenturktarihi.com/kizilderililer-ve-turkler.html
Tarihte kayıtlara geçmiş ve adı bilinen ilk Şaman, Sümerler'in Destan kahramanı Gılgamış'tır. Orta Asya Türk, Sibirya, Yakut, Altay ve Tuva Şamanlarında olduğu gibi, Amerika Yerli Kızılderili Şamanlarının en önemli aracı "davul" ve "tokmak"tır. Yine tarihte bilinen en eski "davul”" ve "tokmak" Sümerler'in zamanında "her şeyi bilmesi" ile tanınan Şaman Gılgamış tarafından kullanılmıştır. Tarihte bilinen en eski yazılı Sümer tabletlerinde, "Inanna" tarafından Fırat Nehri'nin kenarında yetişen "Kutsal" bir ağaçtan yapılmış “"Davul" (Pukku) ve "Tokmak" (Mikku) Gılgamış'a en şerefli bir hediye olarak verilmiştir. Sibirya Şamanizmi'nin en canlı bir şekilde yaşadığı ve yaşatıldığı (Yakutistan) Saka Eli'nde Şamanların dinî ve mevsimlik ayinlerde kullandıkları "Davul" ve "Tokmak" Sümerler'in
Şamanı Gılgamış'ın kullandığı davul ve tokmakla aynı paralelliği göstermektedir. Sümerler'de ve Sakalar'da Şamanların kullandıkları davul ve tokmağın kullanıldığı yer ve maksat aynıdır. Gerek Sümer Şamanları ve gerekse Saka Eli Şamanları, "karanlık" dünyaya ruhlarla görüşmek için yaptıkları seyahatte, davul ve tokmak Şamanlara "rehberlik" eder. Kızılderili kültüründe de gerek şaman ayinlerinde gerekse kabile içinde yapılan diğer törenlerde davulun yeri  aşikardır.
Kaynak :
https://www.facebook.com/note.php?note_id=10150238111672040

BİLGE TÜRK - UMAY ANA

UMAY ANA
80 cm X 80 cm Teknik : Yağlıboya
4.500 TL

Kadim Türk mitolojisinde adı en çok anılan figürlerden biri de "Tanrının hanımı" diye anılan ailenen, çocukların koruyucusu Umay'dır.

Türk halklarının çoğunda Umay ana, tanınır ve bilinir. Örneğin Oğuzlar, Umay anayı ana karnındaki bebeklerin koruyucusu olara kabul ederler. Hatta, "Kim Umay'a hizmet ederse oğlan çocuğu olur" deyimini atasözü gibi kullanırlar.

Şorların inancında Umay (May) bebeklerin koruyucusudur.

Teleutlar ve Şorlar Umay'ın "ülgenden" ay ışığı şeklinde iki kayın ağacı ile birlikte yere indiğine inanırlar. Ülgen-şimşek, gök gürültüsünün ekidir. Toprağın, güneşin, ayın, gök kuşağının, yıldırımın, ateşin, ilk insanın yaratıcısıdır.

Teleut efsanelerinde Umay, dalgalı uzun gümüş saçlı, ipek ağ ışıkları saçan bir ilahe gibi betimlenir.  Gökten gökkuşağı ile yere inmiş gümüş uzun saçlı genç ve güzel kadın olarak tasvir ederler. Kızıl yayı ile bebekleri kötülüklerden korumaktadır.

KAYNAK :

http://www.gercekedebiyat.com/haber-detay/turk-mitolojisinde-umay-ana-sahnaz-kemal/1281

BİLGE TÜRK - NAZAR BONCUĞU

NAZAR
60 cm X 120 cm Teknik : Karışık
2.500 TL

NAZAR BONCUĞU

Nazar çok yaygın bir inançtır. Bazı insanların olağandışı özellikleri olduğu ve bunların
bakışlarının karşılarındaki kimselere rahatsızlık verdiğine, kötülük yaptığına inanılır. Bunun önüne geçmek için nazar boncuğu , göz boncuğu v.s. takılır. Nazar eski Türk inançlarındandır.

Nazara çok inanılır. Bazılarının ışıklı bir göze sahip olduğuna, bu insanların kötü bir
niyetle baktıklarında nazar değdiğine inanılır. Özellikle nazar değmesin diye karaçalı, dardağan, kördikenden süs yapılarak mavi boncukla birlikte hayvanların boynuna takılır. Ayrıca deve boncuğu ve gök boncuk, hayvanlara ve çocuklara takılır. Nazar için üzerlik otu ateşe atılıp yakılarak insanlara ve hayvanlara koklatılır. Nazar için kurşun dökülür, tuz yakılır ve nazar değdiğine inanılan kişilerin üzerlerinden çevrilir. Nazara karşı karaçalı taşınır. Nazar değmesin diye evlere hayvan iskeleti asılır.
Kaynak:

“Bütün Avrasya coğrafyasında ağaç kutsaldır, totem değildir ama kutsaldır ve ağaca sarılmak insana dinginlik verir” diyordu, bilge kişiliği ile Kazım Mirşan.

BİLGE TÜRK - GÖK TANRI İNANCI

GÖK TANRI İNANCI
                                                      80 cm X 80 cm   Teknik : Yağlıboya
                                                                       3.000 TL

Gökler ulaşılmaz, erişilmez, sonsuzdur; bir bakıma Tanrı da öyle…
Asya’nın uzun ve vahşi bozkırlarında asırlarca at koşturan; dağları, ovaları aşan, yeryüzünü vatan, göğü çadır ve güneşi bayrak bilen Türkler için gök, Tanrı gibi; hakanlıksa gök gibi, göksel olmak gibi önemli bir değerdir.
Türk, gözünü ya gökyüzü çadırı altında kurulmuş olan çadırının içinde, çadırın göğe bakan penceresi altında ya da doğrudan mavi göğün altında dünyaya açmış. Yüksek rakımlı yerlerde yaşadığı için de göğe ve yıldızlara çok yakın… Türk; göğün, yerin ve doğanın bir parçasıdır. Çocuklarının adları bile gök, dağ, deniz, yıldız, su, çiçek vb. adlarıdır.
Doğrusu, sadece Türk düşünce sisteminde değil diğer düşünce sistemlerinde de yer ve göğün dışında somut bir çevre yoktur. Dolayısıyla bütün kozmolojilerin, yer ve göğün temsil ettiği iki ilkeye dayandığı söylenebilir (Esin, 2001: 19). Türklerin destan ve efsanelerinde bu iki ilke “üstte mavi gök, altta yağız yer” şeklinde ifade edilir.
Türkler için gök, sadece yerdeki davranışların yönlendirildiği bir yer değil, aynı zamanda yönelinmesi gereken bir yer, adeta bir kıbledir.
Geniş coğrafyalarda yollar, dağlar, tepeler, ovalar aşan Türkler; sürülerini otlatmak için, yollarını, yönlerini belirlemek, mevsim hakkında bilgi sahibi olmak, senenin verimli ya da kurak geçeceğini anlamak, gelecek hakkında bilgi sahibi olmak için göğe baktıkları gibi; dua, beddua ve niyazlarında da yüzlerini göğe çevirirler. “Tanrı gibi gökte olmak” ise onlar için aynı zamanda bir idealdir.

 Kaynak :
  http://www.bilinmeyenturktarihi.com

BİLGE TÜRK - NEVRUZ

NEVRUZ
100 cm X 100 cm Teknik : Yağlıboya
5.000 TL
NEVRUZ 

20-21 Mart , güneşin KOÇ burcuna girdiği yani, baharın geldiği gündür.

Baharın gelişi, tarihin karanlıklarından bugüne kadar tüm kıt’alarda ve bu topraklarda , yörelerde uygun şartlarda , masallara , destanlara uyarak kutlanmıştır, kutlanmaktadır..

Asya’da Türkler bu bayramı ERGENEKON destanıyla birleştirmişler ve ona Ergenekon bayramı demişlerdir. Fakat, maalesef Türk toplumuna giren Arapça ve Acemce yüzünden dilimizi, kökenlerimizi, kültürümüzü kaybetmek yoluna girmiş olduğumuzdan, Ergenekon adı yerini, bu addan faydalanarak bilindiği gibi NEVROZ yani Sultan Nevruz adına terk etmiştir.

HALUK TARCAN


Bir gün bütün kavimler Kök-Türkler’e karşı birleşerek onları hile ile yendiler. Kök-Türkler’in çadırlarını, mallarını, yurtlarını yağmaladılar. Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirdiler. Küçükleri kendilerine köle yaptılar. Bu yağmadan kurtulan Kıyan/Kayan ve Negüş/Tukuz bir gece kadınlarıyla birlikte atlanıp kaçtılar. Yurda geldiler. Düşmandan kaçıp gelen dört maldan (deve, at, öküz, koyun) çok buldular. 
Dağların içinde insan yolu düşmez bir yer izleyip oturalım deyip dağa doğru sürülerini sürüp gittiler. Vardıkları yerde akarsular, çeşmeler, türlü otlar, meyveli ağaçlar, türlü türlü avlar vardı. O yeri görünce Tanrı’ya şükürler kıldılar ve buraya Ergenekon adını koydular. Dört yüz yıl sonra Ergenekon’da kendileri ve sürüleri o kadar çoğaldılar ki sığmadılar. Bu sebepten buradan çıkış yolları aramaya koyuldular. O zaman bir demircinin önerisiyle dağın geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür dizdiler ve ateşlediler. Tanrı’nın gücüyle ateş kızdıktan sonra demir dağ eriyip akıverdi. Yüklü deve çıkacak kadar yol oldu. O günü, o ayı, o saati belleyip dışarı çıktılar. O günden beri yeni yılın başladığı gece Kök-Türkler’de adettir. O günü bayram sayarlar. Bir parça demiri ateşe salıp kızdırırlar. Önce Kağan bunu kıskaçla tutup örse koyar, çekiçle döver. Ondan sonra beyler de öyle yapar. Bugünü mukaddes bilirler, böylece Tanrı’ya şükretmiş olurlardı. Altay Türkleri; Cılgayak Bayramı
(Nevruz bayramı sürecinde bir kap içine konan buğdayların sulanarak yeşillenmesinden elde edilen yeşertilmiş çimene Semeni adı verilmektedir. Nevruz aynı zamanda yeşilliğin ve doğanın da bayramıdır. Onun için “SEMENİ”nin yeşillik ve bereketi temsil ettiğine inanılır. Semeni’den Helva ve tatlılar da yapılmaktadır. Semeni için bir çok şiirler yazılmış, şarkılar bestelenmiştir.)
·         Azerbaycan; Ergenekon, Bozkurt Bayramı 
·         Başkurt Türkleri; Ekin Bayramı
·         Doğu Türkistan; Yeni Gün, Baş Bahar 
·         Gagavuzlar; İlkyaz 
·         Hakas Türkleri; Cılsırtı, Ulu Kün 
·         Karaçay-Malkar Türkleri; Gollu, Gutan, Saban Toy, Tegri, Toy 
·         Kazak Türkleri; Ulus Günü 
·         Kazan Türkleri ve Karakalpaklar; Ergenekon Bayramı 
·         Türkmenler; Teze Yıl 
·         Uygur Türkleri; Yeni Gün

KAYNAK :







BİLGE TÜRK - TÜRK TAKVİMİ

TÜRK TAKVİMİ
Çap :80 cm Teknik : Yağlıboya
3.000 TL




                                     12 YILKILI(*) TÜRK GÜNDİZMESİ(**)

Gün, yani güneşe bağlı zaman birimi, en eski ve temel zaman ölçüsüdür. Çünkü, Güneş, muntazaman doğar, batar ve böylece gün birimi, Türk insanının da temel ölçüsü olarak ortaya çıkmıştır. Ağaçlardaki çiçeklerin açması veya çemenlerin yeşermesi, geniş anlamıyla zamanı, yıl=seneyi belirleyen bir başka temel unsurdur. Böylece yeşil=yaşıldan "yaş" kavramı ortaya çıkmıştır. Ancak
yaş da, yeşillenmeyi görme esas olduğundan, genellikle dolu dolu yaşanan bir sene esas alınır. Şu halde olduğu gibi, Türklerin de en eski takviminin güneş yılı esaslı olduğu anlaşılıyor. Yıllan sıralarken, bunların her birisine bir hayvan ismi verilmiştir. Türkler bunu kendi millî takvimleri olarak da benimsemişlerdir. Kaşgarlı Mahmud bu takvimin ortaya çıkışını Türk Hakanına bağlamaktadır. Bununla ilgili bazı efsaneler Türkler (meselâ Kırgızlar) arasında hâlen de yaşamaktadır. Ancak İç ve Uzak Asya kavimlerinin hemen hepsinin bu takvimi
bilmekte ve halen de kullanmaktadırlar. Sıçan ile başlayan Oniki hayvanlı takvimde yıllar şöyle devam eder: sığır, pars, tavşan, ejder, yılan, at=koyun, biçin=maymun, tavuk, it, tonguz=domuz. Ejderin yerini "balüY'da alabilir. Yıl isimleri on iki yılda bir devretmesine bir
"müçel" denilir. Bu arada 60 lı, (yani 5x12) esası olan bir sekili de varsa da bunun hesaplanması yeterince bilinmektedir. 60 sayısı, hem çift, hem tek sayılara bölünebildiğinden, üçe bölünemeyen yüz (100)'e göre üstün bir tarafı olduğundan, erken bin yıllarda kullanılmıştır. bir güneş yılında, gökyüzündeki ay yaklaşık 12 defa şekil değiştirdiğinden, büyük zaman biriminin içinde 12 ay vardır denilir. Ayların adı, sıra ile verilmektedir: Birinci ay, beşinci-ay vb. gibi. Son iki ay ise "aralık" ve "küçükay" diye bilinir. Türk takviminde yılın başı, ocak ayı sonlarına rastlanırdı. Türkiye Türklerinde yaşayan bir hâtıra, karakışın 27 gününü belirtmektedir ki, 18 Ocak ayına rastlar. Sonraki zamanlarda, yılbaşı geceyle gündüze, yani 21 Mart=Nevruz'a getirilmiştir.

(*) Yılkı: Hayvan
(**) Gündizme: Kazakların kullandığı savıyla (küntizbe) takvim yerine kullanılmıştır.
[Tuncer Baykara, Türk Kültür Tarihine Bakışlar, b:29,30]

On İki Hayvanlı Takvimin Gerçek Mucidi Türkler
Bu durumda on ikilik devreyi esas alan takvim, yani on iki hayvanlı takvim Göktürk dönemi öncesinde kullanılıyordu. Kökeni kuzey medeniyeti olup, Asya Hunları tarafından da kullanılmıştır. On iki hayvanlı takvimin gerçek mucidi Türkler olmuştur.

Bilge Kağan’ın ölümü için ise, (anıtta) şu bilgiler bulunmaktadır: 

“Bunça kazganıp kangım kağan it yıl onunç ayı altı otuzkauça bardı. Lazgın yıl bi_inç ay yiti otuzka yoğ ertürtüm.” 
(Bu kadar kazanıp babam, kağan köpek yılı, onunca ay, yirmi altıda uçup gitti. Domuz yılı beşinci ay, yirmi yedide yas töreni yaptırdım”)

On iki Hayvanlı Türk takvimi yalnız Orta Asya’da kullanılmamış, çok geniş coğrafyalarda Türk kavimlerinin kullandığı bir takvim olmuştur. Bu takvimi kullanan kavimlerden biri de Tuna Bulgarlarıdır. Onlar hayvan adlarını kendi dillerinin yapısına uygun bir biçimde belirlemişlerdir. Ayrıca da diğer Türk topluluklarında olduğu gibi sayı sırasına göre belirtmişlerdi.

Kronolojinin kurulmasında Türklerin kullandıkları takvim önemli bir yer tutmaktadır. Türk kavimlerinin en eski zamanlardan beri, en çok kullandıkları takvim sistemi, devri On iki Hayvanlı takvim sistemidir. İslam-Türk âlimleri bu on ikili sisteme Tarih-i Türki, Tarih-i Türkistan, Tarih-i Khıta ve Uygur veya Sal-i Türkan (Türk yılı) demektedirler (Turan 1941: 24). Bu takvimde Dünya’nın ömrü 3.600.000 yıldır. Bu süre 360 vendir. 1 ven 10.000 yıldır. 12 yıl 1 devirdir. 1 yıl 12 aydır. 1 ay 4 hafta ve 30 gündür (Nur 1926: 2). Bu on ikili sistemde her hayvan bir yıla ad vermektedir. Devre tamamlandıktan sonra, yeniden on ikili devre başlamaktadır. Yıllara adlarını veren hayvanlar sırasıyla şunlardır: 1) sıçgan (sıçan), 2) Ud (öküz), 3) pars (pars), 4) tavışgan (tavşan), 5) nek (timsah), 6) yılan (yılan), 7) und (at), 8) koy (koyun), 9) biçin (maymun), 10) tagaku (tavuk), 11) it (köpek), 12) tonguz (domuz) (Kaşgarlı Mahmud: I, 346). Sıralamadan da anlaşılacağı üzere, devrenin ilki sıçan, sonu ise domuz yılıdır.


Prof. Dr. İlhami Durmuş'un 
Bozkır Kültür Çevresi Türk Tarihi Araştırmaları ve Kronolojisi makalesinden
Tamamı : http://goo.gl/9UQyii (Adres çubuğuna yazılınca makale pdf olarak bilgisayarınıza inmektedir.)
Kaynak : http://www.biligbitig.com/2014/04/on-iki-hayvanl-takvimin-gercek-mucidi.html